Dayan be gönlüm!. Bîçâre değilsin Yaradan sana yâr. Kimsesiz değilsin, yanında "Kimsesizler kimsesi" var! Biliyorum! Sığmazsın hiç bir yere bu sevdayla, dünya sana dar! Ama dayan gönlüm! Dayan ki her gecenin mutlaka bir sabahı var!.

Archive for the ‘Bilgisayarlar ve Internet’ Category

TÜRKİSTAN’DAN ANADOLU’YA BİR IŞIK: SEMERKAND

Ali Gökmen

Semerkand, Türkistan’ın Maveraünnehir bölgesinde Zerefşan Irmağı kenarında Orta Asya’nın en eski şehirlerinden biridir. Şehirde ilk yerleşim yeri, adını İslamiyet öncesi Türk ve İran efsanevî kahramanından alan Afrasyab Tepesi’dir. En eskisi M.Ö. binli yıllara uzanan çeşitli medeniyetlerden sonra, 8. yy.’da Afrasyab müslümanların eline geçmiştir. Bundan sonra hızla gelişen şehir 11-12. yüzyılda güneydeki ovaya inerek bölgenin kültür ve ticaret merkezi haline gelmiştir.
Semerkand, Samanîler’in (892-999), Karahanlılar’ın (840-1212), Selçuklular’ın (1038-1157), Moğollar’ın (12-14. yy), Timurlular (14-15) ve Özbekler’in hakimiyetini gördü. Sonraları önemini kaybetmeye başlayan şehir 19. yy’da Ruslar’ın istilasına uğradı. Günümüzde komünizmin çöküşünden sonra yeni kurulan Özbekistan Devleti’nin önemli şehirlerinden biri olmuştur.
Semerkand ve çevresi, tarih boyu ilim ve sanat merkezi olarak bir çok medeniyete beşiklik etmiş, İslamiyete büyük hizmetleri geçen ünlü kişiler yetiştirmiştir. Ayrıca Anadolu’ya ışık tutarak Müslüman Türk’ün vatanı haline gelmesinde büyük rol oynamıştır.
Semerkand’ın manevi coğrafyasının köşe taşlarından ilki, İslâm ordularının şehri fethi sırasında şehit düşen Kusem İbn-i Abbas’ın (R.A.) türbesidir. Ona karşı tarih boyu gösterilen ilgi sonucu, çevresi Eyüp Sultan’da oluşan manevî yoğunluk benzeri türbelerle sarılı bir mezarlık haline gelmiştir. İbn-i Batuta şehri gezdiği zaman, türbenin dört sütun üzerine oturan kubbeyle örtülü çok süslü bir yapı olduğunu anlatır. Ancak, türbenin sonradan bugünkü şekli ile yeniden yapıldığına ileride değinilecektir.
Ehl-i Sünnet’in itikadî mezheplerinden Mâturidî mezhebinin kurucusu Ebu Mansur Muhammed (9. yy), Semerkand’ın Mâturid köyündendir, Semerkand’da yaşamıştır.
Semerkand çevresinde yetişmiş Şeyh Ahmed Yesevî (K.S.)(12. yy) ile başlayıp Şah-ı Nakşibend (K.S.) (14. yy) ile devam eden muhtelif tasavvufî akımlar Türk illerinde yayılmış, bilhassa Anadolu’ya gelen temsilcileriyle Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin yücelmesinde çok büyük emekleri geçmiştir.
Semerkand’ın tarih boyu kültürel hayatının göstergesi olarak, bazıları günümüze kadar gelebilmiş medrese, çarşı, cami, hanigâh, kale, türbe ve saray gibi çeşitli yapılar mevcuttur. Şehrin tarihinde Timur ve torunu Uluğ Bey’in önemli bir yeri vardır. Onların yürüttükleri imar ve kültürel hareketlerle 14. ve 15. yüzyıllarda Semerkand eşsiz abidelere kavuşmuştur. Timur, başşehri Semerkand’ı dünyanın en muhteşem şehri yapma sevdasına tutulmuştur. Semerkand’da geniş cadde ve meydanlar açtırıp bunların etrafına anıtsal çarşılar, depolar, camiler, saraylar ve parklar yaptırmıştır. Tuğla ile yapılmış mimari eserler, genellikle muhteşem giriş kapıları, bir kısmı dilimli iri ve yüksek kubbeleri, iç ve dışlarının sırlı tuğla ve çinilerle süslenmeleriyle dikkat çekiyorlardı.
Şehrin en eski yapıları Afrasyab Tepesi’ndeki kale ve duvar resimleriyle süslü 6-7. yy’a ait saray kalıntılarıdır.
Semerkand yakınlarındaki Tim’de bulunan 977/978 tarihli Arap Ata türbesi, Samanîler devrinde tuğladan yapılmış, kare planlı, kubbeli bir yapıdır.
Semerkand’ın Afrasyab Tepesi eteklerindeki Şah-ı Zinde türbelerinden bazıları Timur devrinden önce yapılmıştır. Selçuklu geleneğinde içi ve dışı çinilerle süslü bu türbelerin farklı yönü, kubbelerin yüksek kasnaklı olmasıdır. Bazıları iç içe geçmiş biribirine bitişik 20 kadar yapıdan oluşan Şah-ı Zinde türbeleri arasında; 1334 tarihli ziyarethane, 1347 tarihli Kadızade-i Rumî diye meşhur olan ünlü astronom İznikli Musa Paşa’nın türbesi, 1335 tarihinde yenilenen ve şehrin manevî merkezini teşkil eden sahabeden Kusem İbn-i Abbas (R.A.) türbesi, 1360 tarihli Hoca Ahmed türbesi, 1371 tarihli Türkan Aka türbesi, 1372 tarihli Sadi Mülk Aka türbesi, 1376 tarihli Tuğlu Tekin türbesi, 1385 tarihli Şirin Bike Aka türbesi, 1386 tarihli Emirzade türbesi, 15. yy’dan Tuman Aka mescidi ve türbesinin isimlerini saymak mümkündür.
Timur’un Semerkand’da yaptırdığı en önemli yapılardan ilki, karısına ait 1404 tarihli Bibi Hanım Camii’dir. Yapıldığında anıtsal özelliklere sahip bu yapı halen harabe halindedir. Timur, 1404 yıllarında yaptırdığı Gûr-i Mîr (Gur Emir) türbesine öldüğü zaman defnedilmiştir. Türbe mimarisinin abidevî örneklerinden olan bu yapı, aslında bir külliye olarak yapılmıştır.
Timur’un torunu Uluğ Bey’in Semerkand’ın Registan denilen çarşılarının bulunduğu merkezî meydana 1421’de yaptırdığı medrese ile günümüze kalıntıları gelen rasathanesi önemli yapılardır. Onun yaptırdığı eşi benzeri olmayan cami, hamam gibi yapılar ise yıkılıp gitmiştir.
Aynı hanedana mensup Ebû Said Han’ın 15. yüzyılda yaptırdığı medreseden, Çihil Duhteran (Kırk Kızlar) diye anılan türbe kısmı günümüze kadar gelebilmiştir.
Semerkand şehrini 15. yüzyıldan beri merkezi sayılan Registan meydanında, Uluğ Bey medresesinin yanında 15. yy’dan kalma Mirsoî kervansarayının temelleri üzerine 1660 tarihinde yapılan Tilâkâri Medresesi, karşısında 17. yüzyılda yapılan Şîr Dâr Medresesi ve bu medresenin arkasında sekizgen planlı bir çarşı yer almaktadır. Bütünü ile ayakta kalan ve günümüzde onarılan bu yapılar âdeta geçmişi günümüze taşımaktadırlar.
Türkistan’ın tarih boyu kültür, sanat ve ticaret merkezleri arasında Semerkand, bilhassa günümüze kadar gelmiş abidevî eserleri ile ayrı bir önem taşımaktadır. Zengin çini süslemelere sahip bu eserler tarihimizin ihtişamını yeni nesillere göstermektedir. Artık teknolojik imkanlarla iyice küçülen dünyamızda eski ata yurdu ile ilişkilerin artmasını, aradaki maddi ve manevî uzaklıkların azalmasını diliyoruz.

O diyardan bir velî: Hâce Ubeydullah Ahrar k.s.
“Hâcegân” yolu diye adlandırılan tasavvuf kolunun büyüklerindendir. Manevî nisbetini ve zikir talim ehliyetini Yakup Çerhî (K.S.)’den almışlardır. Yakup Çerhî (K.S.)’nin üstadı da Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahaüddîn (K.S.)’dir.
Hâce Ubeydullah Ahrar (K.S.), Hicrî 806’da Taşkent’te dünyaya gelmişler, 895 senesinde irtihal etmişlerdir.
Reşahat sahibi Mevlânâ Ali b. Hüseyin, Hâce Ubeydullah Ahrar (K.S.)’ın, mürididir ve bu sayede hayatına ve menkıbelerine ilişkin önemli bilgiler günümüze kadar ulaşmıştır.
Hâce Ubeydullah Ahrar (K.S.), daha çocukluğundan itibaren görenleri hayrete düşürecek bir takım harikulâde hallere sahiptir. Yüzünde öyle bir nur ifadesi müşahede edilir ki, görenler ona meftun olmaktan kendilerini alamazlar. Dilinde Allah, fikrinde Allah…
Buyurdular ki:
“Hoca Abdülhalik Gucdevânî Hazretleri ve bağlıları, çarşı ve pazarda gezerken, halkın ve satıcıların gürültü ve şamataları kulaklarına zikir gelirmiş. Zikirden başka hiç bir şey işitmezlermiş. Başlangıç demlerinde zikir bana öyle hâkim ve gâlip olmuştu ki, rüzgârın seslerini ve iniltilerini hep zikir diye işitirdim. Bir gün Semerkand zenginlerinden biri bir düğün yaptı. Bir arkadaşın ricasiyle düğün yerine yakın bir noktaya gitmiştim. Bütün düğün halkının bağırıp çağırmaları ve çalgı sesleri bana zikir gibi geldi. Başka bir şey duymuyor, işitmiyordum. O zamanlar onsekiz yaşlarındaydım.”
Manevî makamâtı nasıl elde ettiklerine dair ifadeleri:
“Ben bu yolu tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi hizmet yolundan götürdüler. Hayır umduğum herkese hizmet ederim.”
Hizmette ulaştıkları nokta.
“Mirza Şahruh zamanında Heri’deydim. Para adına bir habbem bile yoktu. Başımda bir tülbentim vardı ki, parça parçaydı. Bir parçasını düğümlesem öbürü parçalanır ve sarkardı. Bir gün pazar yerinden geçerken bir dilenci benden bir şey istedi. Param yok ki vereyim. Bir ahçının önüne geldim, tülbentimi başımdan çıkardım ve dedim: ‘Bu tülbent eskidir ama temizdir. Kap kacak yıkandıkça kurutmaya ve silmeğe yarar. Şunu al da şu fakire bir kap yemek ver!’ Ahçı fakiri doyurduktan sonra büyük bir edeple tülbenti önüme koydu. Fakat ben kabul etmedim ve çıkıp gittim.”
Ve ölçü:
Hâcegân tarikatında vaktin icabı neyse ona göre davranılır. Zikir ve mürakabe, ancak müslümanlara hizmet edecek bir mevzu olmadığı zaman tatbik edilebilir. Gönül almaya vesile olacak bir hizmet, zikir ve mürakabeden önce gelir. Bazıları zannederler ki, nafile ibadetlerle uğraşmak hizmetten üstündür. Halbuki gönül feyzi, hizmet mahsulüdür. Hoca Bahaeddin Nakşibend ve bağlıları eğer kimsenin hizmetini kabul etmemişlerse, bu, hizmet ve tevazuu tercih etmelerindendir. İhsan edeni sevmek zaruridir ve muhabbet miktarınca alâka daha tabiidir. Bu yolun bağlıları kendilerini Hakkın rızası yoluna vermişler ve mukabilinde hiç bir şey beklememeyi şiar edinmişlerdir.”
Buyurdular ki:
“Hiç bir şey, insanın bâtınını belâ ve mihnet gibi tasfiye edemez, süzüp temizleyemez. Belâ ve mihnet, insanın kalın perdelerini söküp parçalar.”
“Dervişlik herkesin yükünü çekmek ve kimseye kendi yükünü çektirmemektir.”
“Sizden hanginizdir ki, yirmi kere, belki daha fazla tasarruf edildiği halde ve nisbet sahibi kılındığı halde her dışarı çıkışında onu kaybetmemiş olsun? Size verilen veriliyor, lâkin siz onu muhafaza edemiyorsunuz. Eline bir nur teslim edilen insan icap eder ki, onu en aziz varlığı bilsin, fânî varlığını tasfiye etsin, karanlıkları yensin ve ışığa çıksın.”
Allah bizleri Saadât-ı Kirâm’ın yolundan ayırmasın ve şefaatlerine nail eylesin.

YAŞLI BİLGE VE GENÇ GEZGIN

 


Ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti.

Gezgin genç, bilgenin yaşadığı evde, tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü.
Fakat
evi dikkatle gözden geçirdikteb sonra , yerde bir kilim, duvar dibinde
yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden
başka evde hiçbir eşyanın olmadığını gördü ve merakla sordu:

"Neden hiç eşyanız yok?" dedi. "Koltuklarınız, kanepeleriniz, büfeleriniz….
Onlar nerede?"

Bilge, bu soruya karşılık olarak kendi bir soru sordu gezgin gence;

"Senin de yalnızca, sırtında taşıdığın küçük bir çantan var, yavrum" dedi.
"Peki, senin eşyaların nerede?"

Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu:

"Ama görüyorsunuz…. Ben yolcuyum."

Ünlü bilge, hak verircesine güldü:

"Ben de öyle, yavrum" dedi. "Ben de öyle…."

selam ve dua ile…


 
Hz.MUHAMMED(S.A.V.)

Image 
Hosted by ImageShack.us ALANINA EKLEMEK ISTERSEN BLOG ALA BAS SENIN OLSUN

BİR YIL DAHA GEÇTİ

http://img686.imageshack.us/img686/5913/glrana.swf

 

        Akıp giden zamanın yorgun ve kırgın bir yılın son haftasından, son sözlerin ahengi  sayfalarda eğreti bir yaprak gibi her an düşmeyi bekleyen incelmiş takvimlerin son sayfalarından, eksılmiş bir yılın yepyeni umutlara açılan son günlerinden, umut dolu bir merhaba.
Evet değerli spaces ve facebook dostları;
Image and video hosting by TinyPic
nasıl, ne şekilde ve ne kadar çabuk geçtiğini fark edemediğim bir yılın daha son günlerini,
son demlerini yaşiyorum şu günlerde, yeni başlayacak olan bir yaşın umutlara yol almasını dileyerek, kendimi hazırlıyorum, 42 ci yaşımın  bembeyaz sayfalarına.
Image and video hosting by TinyPic
  Yaşanmış bir yılın ayak izlerini geride bırakıp yepyeni umutlarımızla, yeni heyecanlarımızla ve varlığın mutlak çizgisinde kararlı adımlarlarımızla, tozlanmış bir yolun,
ışık dolu izlerinde yolculuğuna  çıkmaya hazırlanıyorum
Image and video hosting by TinyPic
    sizlere bu köşemizden, umut dolu mısralar ile seslenmeye  Önceki yıllardakı gıbı devam edebılmek umuduyla..
  Biz rizayİ barıyı kendımıze şiar edındık vede umdukkı rabbim bizi buradanda nasıplendırsın 
Allah için tüm kardeşlerımden ben razıyım rabbımde razı olsun
Image and video hosting by TinyPic ALLAHA EMANET OLUNImage and video hosting by TinyPic
 
sayfamızda bizimle aynı gün doğdu
odaha bebek 2 yaşında
Image and video hosting by TinyPic 

Sayfanın toplam görüntülenme sayısı: 92506      
 Sayfanın bugün görüntülenme sayısı: 73      
Sayfanın bu hafta görüntülenme sayısı: 584      
Sayfanın son bir saat içinde görüntülenme sayısı: 15

 
 
Image and video hosting by TinyPic BİR YIL DAHA GEÇTİ Image and video hosting by TinyPic
 
Aşkın şarabını içtikçe gönül
Hayattan gittikçe tat alıyorum
Bir yıl daha geçti işte sevgiyle
Mutluluk içinde yaşlanıyorum.
Image and video hosting by TinyPic 
Gün be gün artıyor muhabbet demi
Neşeye çevirdim gözümde nemi
Attım günlerimden nazı sitemi
Mutluluk içinde yaşlanıyorum.
Image and video hosting by TinyPic 
Aradığım neyse buldum bir yerde
Gönül yenilmedi acıya derde
Nefrete set çektim öfkeye perde
Mutluluk içinde yaşlanıyorum.
Image and video hosting by TinyPic 
Ne eşsiz vahaydım ne de bir çöldüm
Elimdeki biri ikiye böldüm
Dertliyle dertlendim gülenle güldüm
Mutluluk içinde yaşlanıyorum.
Image and video hosting by TinyPic 
Kimsenin sırrını satmadım ele
Adım dönek diye düşmedi dile
Yüzüme baktıkça utandı çile
Mutluluk içinde yaşlanıyorum.
Image and video hosting by TinyPic 
Ne pişmanlık duydum ne eyvah dedim
Ne isyan içinde bir gün ah dedim
Her işin başında hep Allah dedim
Mutluluk içinde yaşlanıyorum.
Image and video hosting by TinyPic 
Belli bir sebep yok sormayın neden
Gönül hoşluğudur beni ben eden
Son nefes ne zaman nerde demeden
Mutluluk içinde yaşlanıyorum.
Image and video hosting by TinyPic 
Şevki DİNÇAL
 
Image and video hosting by TinyPic gavsisanim.tr.ggImage and video hosting by TinyPic 
  
         

http://gavsisanim.spaces.live.com/ 

 

 http://gavsisanim2.spaces.live.com /

 http://kureysi.blogcu.com/  

ÖZÜ BİLMEK ÖZE DÖNMEK


   
  
 
 Semerkand Yazı İşleri
  
   İletişim teknolojisi çok gelişti. Dünyanın bir ucunda söylenenler anında bize ulaşıyor. Gerekli gereksiz her konudan haberdar oluyoruz. Bu durumu bir fırsat bilenler de her şey üzerine konuşuyor. Biz de dinliyoruz.
   İslâm üzerine de çokca konuşuluyor. İlgili, ilgisiz herkes din hakkında bir şeyler söylüyor. Hakikati söyleyen azınlığın yanında, epey bir kalabalık, dini kendi çıkarlarına, arzuladıkları hayata uygun bir şekle sokmaya çalışıyorlar. Astrologlar, medyumlar bile iddilarına dinden deliller getirme peşindeler.
   Çıkarılan gürültü, kargaşa arasında dinin esası, hakikati ancak bir silüet olarak görünüyor. Din hakkındaki doğrular netliğini kaybedince, biz de ne yapacağımızı şaşırıyoruz.
   Halbuki bu dinin sahibi Allah’tır. Aslı-esası hiç bozulmadan bu din kıyamete dek var olacaktır.
   Sorun, bizim çer çöp arasında yolumuzu kaybetmemizden kaynaklanıyor. Yüreğimizi ve zihinlerimizi şöyle bir silkeleyip kendimize döndüğümüzde, dinimiz her zamanki berrak, pırıl pırıl, güler yüzlü haliyle bizi karşılayacak. 
  
 Unutmamak İçin Tekrar 
   “ Akl-ı beşer nisyan ile malûldür” sözü, eskilerden yadigâr anlamlı bir söz. Yani “insan aklı unutmakla kusurlu” demiş atalarımız.
   Bu sözde insan tabiatının bir yönüne atıfta bulunulduğu gibi, bilinenlerin tekrar edilmesi gereği de hatırlatılıyor. Unutma kusurundan kurtulmanın tek yolu tekrar.
   Tekrarlamak, bilgiyi tazelemenin ötesinde önem taşıyor. Sık sık yaptığımız şeyler hayatımızın kendisi oluyor. Onu içselleştiriyoruz, halimiz o oluyor.
   Düşünün ki, namazı günde beş kez tekrarlıyoruz. Her bir namazın içinde de sürekli tekrarlar var. Mesela Fatiha Suresi’ni günde kaç kez okumuş oluyoruz? Kaç kez rükû ve secde yapıyoruz?
   Tekrarlamak gerçekten önemli demek ki. Önemli şeyleri tekrarlamak, yenilemek daha da önemli. Hele de ebedi hayatımız, ahiretimiz söz konusu olduğunda…
   Müslüman kalmak, müslümanca yaşamak, bu devirde daha çok tekrara bağlı gözüküyor. İmanımızı, bu imanın muhtevasını, nereden gelip nereye gittiğimizi, neleri yapmamız, nelerden uzak durmamız gerektiğinin bilgisini hep tekrarlamakta fayda var.
   Çünkü bu zaman, bu hayat, inanılmaz ölçüde aşındırıcı bir karakter taşıyor. Kirli-temiz demeden sürekli suyla dolup boşalıyor kabımız. Kirlerin tortuya dönüşüp kabımızı büsbütün işe yaramaz hale getirmemesi bizim çabamızla mümkün. Sık sık “tertemiz, arı-duru olan”la yıkamakla mümkün.
   Evet, bugünkü dünya, içimizi arındırmayı mümkün kılan ilmi, ameli terkettiğimizde, bizleri kolaylıkla haktan, hakikatten uzaklaştırıyor. Kalplerimizi yıpratıyor, direncini kırıyor.
   “ Müslümanız elhamdülillah, dinimize, kitabımıza saygımız var” tesellisinin de tek başına bizi taşıyabileceği bir yer yok. Başıboş bırakılmadığımızı bilmek ve Sahibimiz’e itaat ve ibadet etmek zorundayız. Aslında, kibirlenip sırtımızı dönmezsek, bu itaat ve ibadetin ne büyük saadet, nasıl bir coşku ve zevk hali olduğunu farkedeceğiz. Çünkü tabiatı gereği kalbin tek huzur ve sükun yolu bu.
   Allah’a kulluk bilmekle olur. Hz . Peygamber s.a.v. Efendimiz, bu öğrenmenin kadın erkek her müslümana farz olduğunu buyurmuşlardır.
   Öneminden dolayı da bilme-öğrenme, yani kısaca ilim konusu dergimizde sıkça yeralıyor . Başta söylediğimiz gibi tekrar etmekte fayda var. Hatırlatalım; tekrarla ayakta kalma devrindeyiz.
   Müslümanlar olarak dinimizi bilmek zorundayız. Nasıl inanacağız, nasıl ibadet edeceğiz, nasıl yaşayacağız ki doğru yol üzere olalım, Rabbimiz’in hoşnutluğunu kazanalım.
   Bunun için güzel dinimize dair bilgilerimiz zaman zaman gözden geçirilmeli. Bir şekilde aşınan, unutulan varsa düzeltilmeli, yerine konulmalı. 
  
 Öz Bilgi İhtiyacı 
   İslâm alimleri, asırlar boyunca çok ayrıntılı bilgiler içeren ciltler dolusu kitapların yanısıra, her yaştan, her eğitim düzeyinde müslümanın kolaylıkla anlayabileceği rehber kitaplar da yazdılar. Bu kitaplar, Allah yolunun karışıklıktan uzak, sade bir zihinle, berrak bir kalple yaşanmasına kılavuzluk etti.
   Bu kitaplarda İslâm’ın en temel hükümlerine yer verildi. Bu durum, daha fazla ilim gereksiz demek değil elbette. İsteyen herkese ilim sarayının kapıları sonuna kadar açık. Fakat mesleği icabı her konuyu bütün ayrıntısına kadar araştırması gerekenler dışında, hayat şartları herkese yeterince zaman tanımıyor.
   Bu durumda ve özellikle bugünkü şartlarda dinimiz hakkında bilinmesi zorunlu olanları tamamlayıp, bunlarla sürekli şekilde amel etmek en kolay, en güvenli yol gibi görünüyor.
   İmam Gazalî rh .a. Hazretleri’nin “ Eyyühe’l-Veled: Ey Oğul” adını taşıyan bir kitapçığı vardır. Ve bu ufacık kitabın da önemli bir hikayesi. İmam Gazalî Hazretleri’nin bu kitabı yazmasına sebep olan olay şudur:
   İmam Gazalî rh .a.’in yanında ilim tahsil eden, bütün konuların en derin meselelerine vakıf olan talebelerinden biri, günün birinde tefekküre dalar ve kalbine şu düşünceler gelir:
   “Çok çeşitli ilimler okudum, gençliğimi bunları öğrenmekle geçirdim. Şimdi bana bir iş düşüyor: Öğrendiklerimin hangisi bana fayda verecek, kabrimde bana arkadaş olacak, bunu anlamalıyım. Faydası olmayacak olanları da terk etmeliyim. Rasulullah s.a.v. Efendimiz de bir duasında: ‘ Allahım, Faydasız ilimden sana sığınırım’ buyurmuyor mu?”
   Böyle düşünür ama işin içinden çıkamaz. Nihayet fikrini almak üzere hocası İmam Gazalî’ye bir mektup yazar. Şöyle der:
   “Her ne kadar yazmış olduğunuz İhyau Ulumi’d-Dîn ve diğer eserleriniz sorularımı cevaplandırıyorsa da gayem, bana yazacağınız birkaç sayfayı yanımda taşımak ve Allahu Tealâ’nın izniyle hayatım boyunca onlarla amel etmektir.”
   Evet; biz İmam-ı Gazalî Hazretleri’nin hocalık yaptığı Nizamiye Medresesi’nde talebe de değiliz. Bizim, kabirde bize arkadaş olacak bilgilere, birkaç sayfaya ihtiyacımız var. O talebeden daha çok ihtiyacımız var. 
  
 Asıl Olana Dönmek 
   Dergimizin yedinci sayısında Faruk Gürbüz şöyle yazıyordu:
   “… Denizlere doğru akıp giden ırmaklar nasıl bir mecraya muhtaçsa, Allah’a giden bir mümin de hayatının akışını disiplin altına alacak, onu derleyip toparlayacak, denetleyecek bir ilmihale, yani davranış bilgilerine muhtaç.
   İlmihal, ahiret yolcusu bir müminin Kur’an ve Sünnet’ten süzülmüş rehberlik bilgilerini ihtiva eden kılavuz kitap.
   İlmihal, bir müminin su gibi akıp giden hayatının mecrası.
   İlmihal ilâhi bir disiplin. Hayatın nizamnamesi…
   Öyle ki, ilmihal doğru imanın yollarını öğretir. Sonra bu sağlam itikad üzerine davranışlarımızı bina ederiz. Amellerimiz itikadımızın aynası olur.
   Çocuklarımıza kazandırmamız gereken davranışların en güzelleri ilmihallerimizde vardır. Zaten ilmihal, sözlük manası itibariyle ‘hal ilmi’, yani davranış ilmi demek.
   Beşikten mezara hayatımızı yönlendirip terbiye eden bilgileri kapsar. Temizlikten yeme ve içme adabına kadar, her türlü davranışın en mükemmelini ilmihallerde buluruz.
   Her türlü davranışımızın önünde ve sonunda dualar öğreniriz ilmihallerden… Böylece her işimizde Yüce Mevlâmız ile gönül bağlarımız, muhabbet ve tevekkül bağlarımız tazelenir.
   Kısaca, Cenab -ı Allah’ın sevdiği bir ahlâk ile süslenip edeplenmiş oluruz.
   Zaten tasavvuf erenlerinin bir maksadı da, Allah’ın kullarını ilmihal bilgileri ile beslemek ve ondaki peygamberî edeplerle süslemek değil mi?”
   Bu sözler dört yıl önce yazıldı. Bu sözlere duyulan ihtiyaç bugün artarak devam ediyor.
   Yani yapmamız gerekenler var. Hem kendimiz, hem çoluk-çocuğumuz, etrafımız için.

Image Hosted by ImageShack.us ALANINA EKLEMEK ISTERSEN BLOG ALA BAS SENIN OLSUN

          who's online      

Etiket Bulutu