HAKKIN AYNASINI KIRMAYALIM

Abdullah Tokatlı
Biliyoruz ki, insan, Cenab-ı Hakk’ın aynasıdır. Allah, insanı kendinden bahşettiği
Biliyoruz ki, insan, Cenab-ı Hakk’ın aynasıdır. Allah, insanı kendinden bahşettiği
bir nur ile yarattı ve büyük tecellilerle nasiplendirdi. Allah Rasulü (A.S.),
”Allah, Adem’i kendi suretinde yarattı” (Buhari, Müslim, Ahmed) derken
işte bu hakikate işaret ediyor. Bunun için tasavvufta insana “Mazhar-ı Hak”
(Cenab-ı Hakk’ın yansıdığı varlık) deniyor. İnsanın kalbi de “Nazargâh-ı İlahi”
(Allah’ın baktığı yer) olarak tanıtılıyor.
İnsanın vücudu, şu gördüğümüz maddi alemin unsurlarından yaratılmıştır. Fakat
İnsanın vücudu, şu gördüğümüz maddi alemin unsurlarından yaratılmıştır. Fakat
ruhi yönü, görünmeyen alemin hazineleri ile bezenmiştir. İnsanı yalnızca et ve kemik olmaktan kurtaran kalb, ruh, vicdan, ilim, fikir, sevgi gibi cevherler, işte o gayb
alemine, yani melekût alemine aittir.
Peki, insan diğer varlıklardan farklı olarak neden böyle özel yaratıldı? Bu özel yaratılış,
Peki, insan diğer varlıklardan farklı olarak neden böyle özel yaratıldı? Bu özel yaratılış,
çok özel bir vazife içindir: O Kudreti Sonsuz Yaratıcı’yı tanımak, sevmek ve…
bütün varlıklara bu sevgiyi yaymak.
O halde bir kalp, ilahi sevgiden nasiplendiği ölçüde insanları sevebilir, yaradılmışlara
O halde bir kalp, ilahi sevgiden nasiplendiği ölçüde insanları sevebilir, yaradılmışlara
hizmet edebilir, onların yükünü ve zahmetini çekebilir. Rahman ve Rahim olan Yüce
Allah’ı tanıyan insan, bu tanıyışı miktarınca kendisinin ve diğer insanların kıymetini bilir, hakkını verir, adaleti gözetir. Ancak Allah sevgisiyle başkalarını karşılıksız sevebilir. İnsanlığın bugünkü manzarası bu gerçeğin ispatı değil mi?
İnsanı kendine halife (temsilci) yapan ve onunla kainattaki mükemmelliği tamamlayan
İnsanı kendine halife (temsilci) yapan ve onunla kainattaki mükemmelliği tamamlayan
Yüce Rabbimiz, bu şerefli varlığın hak ve hukukunu koruma adına bizlere birçok emirler vermiş, yollar öğretmiştir. İşte din, bir anlamıyla, insanlığın şerefini korumaya yönelik bu
emir ve yasaklar bütünüdür. 
Önce şunu bilelim: Yüce Rabbine iman eden herkes, gerçek insanlığa adım atmıştır.
Önce şunu bilelim: Yüce Rabbine iman eden herkes, gerçek insanlığa adım atmıştır.
Ve Allah’a giden dostluk yolculuğuna başlamıştır. “Allah müminlerinin dostudur” (Bakara/257) ayeti bu müjdeyi veriyor. O halde bir kalbe iman nuru girmiş
ve baş secdeye eğilmiş ise, artık onun taşımaya başladığı ilahî nur ve emanet, ona karşı
sevgi ve nezaketi gerektirir. Yerlerin, göklerin ve dağların taşımaktan çekindiği ilahî sorumluluk emanetini, müminler taşımaktadır. Bunun için müminlerin kıymeti büyük,
hatırı yüksek, hukuku ağır ve işi ciddidir. Allah’ın dostlarına, yani müminlere düşman
olmak, ancak Allah’ın düşmanlarının işidir. Hem Yüce Rabbimiz her mümini diğer
müminin kardeşi yapmamış mıydı? Artık bu şerefli insana zulmetmek, onu haksız
yere üzmek, kınamak, kendisiyle alay etmek kesinlikle yasaktır, yani haramdır.
İnsanın canı, kanı, malı, ırzı ve şerefi Kâbe gibi kutsaldır, koruma altındadır. Haksız yere cana kıymak, kan akıtmak, mal gasbetmek, ırzı karalamak, şerefi zedelemek en büyük zulümdür ve haramdır. Bunları yapanın düşmanı Allah’tır.
İnsanın canı, kanı, malı, ırzı ve şerefi Kâbe gibi kutsaldır, koruma altındadır. Haksız yere cana kıymak, kan akıtmak, mal gasbetmek, ırzı karalamak, şerefi zedelemek en büyük zulümdür ve haramdır. Bunları yapanın düşmanı Allah’tır.
Bu şerefli insanın arkasından çekiştirilmez, yüzüne karşı dalga geçilmez. Herhangi bir ortamda kusurları alay konusu yapılıp, şerefi çiğnenmez. Varsa bir kusuru, dostça ve mertçe kendisine söylenir, düzelmesi beklenir ve bunun için samimi olarak dua ve yardım edilir. Çünkü, günah ile kirlenen kalp ve zedelenen edeb, herkesin ortak kıymetidir. Günahla hastalanmış kalbi ve zayi edilmiş edebi kurtarmak için ortak çaba göstermelidir. Bu çaba, Allah sevgisinin, takvanın gereği ve erdemli insan olmanın işaretidir.
Güzellikten sapmış, ayağı kaymış bir insanın kötü haline sevinmek ve onu düştüğü bataklıkta terketmek asla şerefli insanların işi değildir. Bu, dostluğa da sığmaz. Hakka aşık müminlere, kötülükle kirlenen bir kalp aynasını temizlemek için çabalamak düşer. Çünkü o kalp iman etmiştir; bu iman emanetini ve onun meyvesi olan edebi korumak her müminin vazifesidir.
Güzellikten sapmış, ayağı kaymış bir insanın kötü haline sevinmek ve onu düştüğü bataklıkta terketmek asla şerefli insanların işi değildir. Bu, dostluğa da sığmaz. Hakka aşık müminlere, kötülükle kirlenen bir kalp aynasını temizlemek için çabalamak düşer. Çünkü o kalp iman etmiştir; bu iman emanetini ve onun meyvesi olan edebi korumak her müminin vazifesidir.
Rasulullah (A.S.) buyuruyor ki:
“Sizden biriniz diğer kardeşinizin aynasıdır; öyleyse onda bakana eziyet verecek kötü bir hal görürse, onu gidermeye çalışsın.” (Buhari, Tirmizî)
“Mümin müminin aynasıdır. Mümin müminin kardeşidir; onun kaybolan malını ve çiğnenen şerefini korur, arkasından kendisini destekler, gıyabında hakkını savunur.” (Ebu Dâvud)
Kusur İşleyene Değil, Kusura Kızılır
Hz. Ömer (R.A.) naklediyor: “Rasulullah (A.S.) zamanında Abdullah isminde “el-hımâr” lakabıyla meşhur birisi vardı; sık sık Rasulullah’ı güldürürdü. Bir defasında içki içtiği için Efendimiz onu cezalandırmıştı. Başka bir defasında yine içki yüzünden huzura getirildi; Efendimiz (A.S.) emretti, yine ceza uygulandı. Onun bu şekilde bir kaç defa cezalandırıldığını gören birisi:
“Allah ona lânet etsin! Ne kadar da çok içki içiyor.” diye lânet okudu.
“Mümin müminin aynasıdır. Mümin müminin kardeşidir; onun kaybolan malını ve çiğnenen şerefini korur, arkasından kendisini destekler, gıyabında hakkını savunur.” (Ebu Dâvud)
Hz. Ömer (R.A.) naklediyor: “Rasulullah (A.S.) zamanında Abdullah isminde “el-hımâr” lakabıyla meşhur birisi vardı; sık sık Rasulullah’ı güldürürdü. Bir defasında içki içtiği için Efendimiz onu cezalandırmıştı. Başka bir defasında yine içki yüzünden huzura getirildi; Efendimiz (A.S.) emretti, yine ceza uygulandı. Onun bu şekilde bir kaç defa cezalandırıldığını gören birisi:
“Allah ona lânet etsin! Ne kadar da çok içki içiyor.” diye lânet okudu.
Bunu duyan Rasulullah (A.S.).
“Ona lânet etmeyin! Vallahi o Allah ve Rasulünü seviyor.” buyurdu. (Buhari, Ebû Ya’lâ)
Ebu Hureyre’nin (R.A.) aktardığı bir olayda da, yine içki yüzünden ceza verilen bir kimseye oradakilerin beddua etmesi üzerine Rasulullah (A.S.):
“Böyle söylemeyiniz! Kardeşinize karşı şeytana yardımcı olmayınız! (Buhari) Allahım onu affet, onu doğru yola ilet. Allah sana acısın deyiniz.” buyuruyor. (Kandehlevî)
Ashabtan Ebu’d Derdâ (R.A.), açıkça günah işlemiş bir adama rastladı. Adamın etrafındakiler sövüp sayıyor, işlediği günahtan dolayı onu kınayıp duruyorlardı. Ebu’d Derdâ (R.A.):
“Hey, ne bu haliniz, siz bu kardeşinizi bir kuyuya düşmüş görseniz çıkarmayacak mısınız? diye seslendi. Oradakiler:
“Çıkarırdık elbette.” dediler. Ebu’d Derdâ (R.A.):
“Öyleyse, kardeşinize kötü kötü konuşmayı bırakın; size sıhhat veren ve bu tür şeylerden uzak tutan Allah’a hamdedin.” dedi. Onlar:
“Sen buna kızmıyor musun?” diye sorduklarında, Ebu’d Derdâ (R.A.):
“Ben ona değil, yaptığı işe kızıyorum. Bir kardeşim olarak, yaptığı kötülüğü terk etmesi için ona dua ediyorum.” dedi. (Ebu Nuaym)
Mümin kardeşlerimizle farklı mizaç ve anlayışta, değişik görüş ve mezhepte olabiliriz. Aramızdaki ihtilafları fitne ve düşmanlık sebebi değil, rahmet vesilesi yapmalıyız. Cenab-ı Hakk’ın geniş tuttuğu bir yolu biz daraltmayız. O’nun hoş gördüğü bir kulu biz kınayıp darıltamayız. Darıltıyorsak o bizim kalbimizin darlığından ve hastalığındandır.
İslâm’ın bizden istediği şefkat bununla da bitmiyor: Müminler, haksız yere başka dindeki insanlara ve diğer canlılara da zulmedemez. Müminin yapacağı ya şefkat ya da adalettir. Ötesi zulüm ve ihanettir.
“Ona lânet etmeyin! Vallahi o Allah ve Rasulünü seviyor.” buyurdu. (Buhari, Ebû Ya’lâ)
Ebu Hureyre’nin (R.A.) aktardığı bir olayda da, yine içki yüzünden ceza verilen bir kimseye oradakilerin beddua etmesi üzerine Rasulullah (A.S.):
“Böyle söylemeyiniz! Kardeşinize karşı şeytana yardımcı olmayınız! (Buhari) Allahım onu affet, onu doğru yola ilet. Allah sana acısın deyiniz.” buyuruyor. (Kandehlevî)
Ashabtan Ebu’d Derdâ (R.A.), açıkça günah işlemiş bir adama rastladı. Adamın etrafındakiler sövüp sayıyor, işlediği günahtan dolayı onu kınayıp duruyorlardı. Ebu’d Derdâ (R.A.):
“Hey, ne bu haliniz, siz bu kardeşinizi bir kuyuya düşmüş görseniz çıkarmayacak mısınız? diye seslendi. Oradakiler:
“Çıkarırdık elbette.” dediler. Ebu’d Derdâ (R.A.):
“Öyleyse, kardeşinize kötü kötü konuşmayı bırakın; size sıhhat veren ve bu tür şeylerden uzak tutan Allah’a hamdedin.” dedi. Onlar:
“Sen buna kızmıyor musun?” diye sorduklarında, Ebu’d Derdâ (R.A.):
“Ben ona değil, yaptığı işe kızıyorum. Bir kardeşim olarak, yaptığı kötülüğü terk etmesi için ona dua ediyorum.” dedi. (Ebu Nuaym)
Mümin kardeşlerimizle farklı mizaç ve anlayışta, değişik görüş ve mezhepte olabiliriz. Aramızdaki ihtilafları fitne ve düşmanlık sebebi değil, rahmet vesilesi yapmalıyız. Cenab-ı Hakk’ın geniş tuttuğu bir yolu biz daraltmayız. O’nun hoş gördüğü bir kulu biz kınayıp darıltamayız. Darıltıyorsak o bizim kalbimizin darlığından ve hastalığındandır.
İslâm’ın bizden istediği şefkat bununla da bitmiyor: Müminler, haksız yere başka dindeki insanlara ve diğer canlılara da zulmedemez. Müminin yapacağı ya şefkat ya da adalettir. Ötesi zulüm ve ihanettir.